Muhasip

MUHASİP

Aynanın karşısında kendi yansımasına bakmaktan gözleri kamaşınca uzun süredir orada olduğunu anladı. Bugününü de orada öylece geçirip yine hiçbir sonuca varamadı demek. Kararan gözlerini önce koridorda sonra mutfakta gezdirip kendine her zamanki gibi acı bir kahve yaptı. Kahvesini alıp basık havayla dolmuş balkondan dışarıyı izledi bir süre. Karşıdaki dağ epey heybetli görünüyordu. Bir de neden bu kadar durgundu? Yağmur damlalarının cama çarpmasıyla dikkati tekrar camdaki yansımasına çekildi. Görüntüsünün net olmamasına rağmen muhteşem görünüyordu. Muhteşem bir orantıya sahip iri gözler, baş ölçülerine uygun sivri burnunun altında ne ince ne çok kalın görünen davetkar dudaklar… Kendine bakakalınca yeniden, kahve elinden düştü. Ayağında hissettiği yanık yüreğindekinden fazla değildi.

Pijama hırka ile dolanıyordu kaç zamandır. Muhteşem güzelliğine uymuyordu bu durumu ama kendine bakmayı bıraktığı anda doğru düzgün düşünemiyor, dikkatini başka bir şeye veremiyordu. Kafasını bir itki ile aynadan çevirdiği anda bir şeyler belki küçük, minik eller başını tekrar kendine döndürüyordu. Aynaya baktığında göremediği o minik elleri bir cesaret kendi elleriyle başını yokladığında hissediyor gibiydi. Anlam veremediği için onların sadece kendi sanrıları olduğunu düşündü çoğu zaman. Böyle muhteşem bir varlığın yaratığa benzer bir hali olamazdı elbet. Aynaların da gösterdiği buydu.

Bir gün güzelliğinin iyice genişlediğini fark etti. Artık ona yani kendine hakkıyla bakabilmek için daha fazla aynaya ihtiyacı vardı. Dışarıda bir hayatın var olduğunu o vakit anımsadı. Dışarı çıkmak istedikçe onu evine, odasına, o aynanın karşısına çekmeye çalışan minik ama öncekinden daha kuvvetli elleri hissetti tekrardan. Ayakkabılarını zar zor giyip kendini sokağa attığı anda tüm bakışlar üzerindeydi. Güzelliğinin bu derece dikkat çektiğini düşündü evvelen. Saniyen olumsuz ihtimallerin de olduğunu düşündükçe gitgide ağırlaşan başını hissetti. Bir an bile güzel olmama ihtimalini düşünmek onu epey yıpratıyordu. Kendine çirkin gelen düşünce, insan, herhangi bir nesneye tahammülü yoktu. Bunları içinden geçirirken yalnız düşünceleri değil başının hacmi de genişliyor elleriyle yokladığı kafasının büyüdüğünü hissediyordu. Böyle bir şey mümkün müydü?

Artık olumsuz şeyler düşünmek istemiyor ve kendinden başka insan görmeden aynaları alıp evine gitme arzusu büyüyordu içinde. Bir, iki, üç, dört ve daha fazla büyüklü küçüklü ne kadar ayna varsa alıp evinin yolunu tuttu.

Geri dönüş yolunda unutmaya başladığı yüzünü hatırlamaya zorladı kendini. En azından o, kendi yaptığını düşünüyordu. O duymuyordu ama kafasında diyaloglar havaya uçuşuyordu.

-Bir süre daha kendinden uzak kalırsa bizden vazgeçecek gibi. Alıştığım bu yuvayı terk etmek istemiyorum.

-Onu yeniden yalnız kendinin yaşadığı o dünyaya aynalar dolu evine çekmeliyiz, yalnız bu şekilde nefes alabiliyoruz. Minik elleri devreye sokma zamanı!

Yürümek yetmiyordu eve ulaşmak için sanki bir ürperti ile koşmaya başladı. Koşarken bazen camından baktığı o dağa doğru dönmüş kımıldamadan duran pejmürde bir adam gördü. Arkasından biri bağırıyordu. “Aradığın Sır dağında durma, koş!”

Eve yetişip aynaları takana kadar unuttuğu yüzünün yok olacağını sandı. Düşündükçe başında feci bir ağrı, zonklama ve ağırlık hissetmişti. Ve şimdi olmaya alıştığı yerde daha çok ayna ve daha çok kendisi ile epey huzurluydu. Nereye baksa gördüğü kendiydi, bundan daha iyi manzara olur mu?

Aynalar karşısında ne kadar zaman geçti bilinmez. Neredeyse her gün içtiği kahveleri de içmez olmuştu artık. Dışarıdan bakan birisi onun gözleri açık bir ölü olduğunu düşünürdü. O da hiçbir şey düşünmez değildi ama yalnız kendiydi düşündüğü. Epey haklıydı da. İnsanlara küsüp bir daha onlarla konuşmama kararı aldığı günden beri epey mutluydu. Ya da kendini böyle kandırıyordu. Düşünürken bir damla yaş aktı gözlerinden. Hayret etti. Ağladığına mı yoksa aylar sonra kendine bakarken başka bir şey düşünebilmesine mi işte onu bilmiyordu. Başına bıçaklar saplanır gibi ince bir sızı duyduğunda minik ellerin iş başında olduğunu biz görebiliyorduk ama o…

Şimşeklerin çakıp yıldırımların düştüğü bir anda perdesini açık unuttuğu pencereden içeriye sızdı ışıklar. O anda duvarları aynalarla dolu olan odanın orta yerinde büzülerek oturup kaldığını fark etti. Elleri titremeye başladığı sırada artık kahve içmeliydi. Sürünerek de olsa ilkin mutfağa doğru yürümeyi başardı ama başını artık taşıyamıyordu. Odasından mutfağa kadar olan küçük koridorda büyümüş ve ağırlaşmış olamazdı başı. Ama bu uzun süredir böyleyse neden daha önce farkına varmamıştı?

Tutunmadan yürüyemediğini anladığı sırada daha fazla adım atmak istemeyerek balkonun kanepesine atıverdi kendini. Yağmur tüm hızıyla devam ediyordu. Gökyüzündeki şimşekler başında çakıyordu sanki. Muhteşem güzelliğini düşünerek rahatlamaya çalıştı ama bu onu birkaç gün kadar teselli etmişti. Buna rağmen bu birkaç günde zihninde derinden duyduğu sancıları vücudunda da hisseder olmuştu. Hayatında yaptığı tüm yanlış seçimler, kararsızlıklar, pişmanlıklar tek tek gözünün önünde sahnelendi. Her seferinde kendini en doğrusunu yapmış olarak görürdü aynanın karşısında. Şimdi tüm bildikleri altüst, tüm gemileri alabora, tüm gerçekleri yerle bir oluyordu. Bu katlanılmaz sancı arttıkça kıvranıyordu kanepede muhasip. Artık bir şeyler yapmalıydı. Doğrulmaya çalıştıkça çekiliyordu yattığı yere.

-Fark etmemeli, bizden vazgeçecek. Kandıracak başka şeyler göstermeliyiz ona!

Kıvrandıkça duyduğu acıdan halsiz kalmıştı bir süre sonra. Elleri ve ayakları kıpırdamaz olmuştu ama gözlerinden yaşlar mütemadiyen akıyordu. Ağrıların tekrar artmaya başladığı sırada attı kendini koltuktan. Ne yapacağını bilmiyordu ama bir şeyler yapmalıydı. Tutunarak ayağa kalktığı sırada aralanan yağmur bulutlarının ardında o dağı gördü, tekrar. Aklına ayna almaya çıktığında gördüğü adam geldi ve belki de kendinin de aradığı oradaydı. Daha fazla düşünmeden dışarı çıkmak için kapıya yöneldi. Fakat kapıya varana kadar sarhoş eden düşüncelerden acı veren şimşeklerden ileri gitmek istedikçe geri çekilen bedeninden dolayı saatler geçmişti fakat pes etmeye niyeti yoktu. Bu drama bir son vermeliydi. Bir yerdi gideceği ama yolu neresi?

Kafasının içinde dönen düşünceleri susturmaya gidiyordu. Oraya kadar koş deseler şüphesiz bunu yapardı. Orası meçhul olsa da! Bir şeye ihtiyaç vardı bunun için, birine. Ama nerede? Doğru yolu neresi? Yol ayrımına dahi varamadan yolun başında biraz duraksadı. Düşünceleri ayağına pranga vurmuştu sanki. Bir adım atsa sonra durmak istemeyecek, karanın son haddine kadar koşacaktı. Kim bilir belki de sonra kanatları uçmaya yanardı..

Düşünceleri o kadar büyüdü ki artık onları kafasında taşıyamıyordu. Dengede tutamadığı davul gibi şişen kafası öne doğru düşecek oldu. İşte beklediği işaret buydu. Koşmaya başladı. Sanki koştukça hafifliyordu. Sanki koştukça düşüncelerini gerisinde bırakıyordu. Ama bir ân dursa hepsi tekrar eski yerini alacaktı. Ardına bakmadı dahi, artık tek amacı; yamacına vardığı dağın eteğine çıkmaktı! Sanki bu sefer duyar olmuştu, davuldan ses geliyordu:

-Yapabilecek mi dersin?

-Bunca yıl bizden kaçamadı şimdi uluorta bir dağdaki herhangi biri mi halledecek bu işi?

Ruhunda başka bir şeyin varlığını hiç bu kadar derinden hissetmemişti. Derken vardı tepeye, durdu. Artık nefes alamıyordu. Bir yandan da didişen düşünceler boğazını daha da sıkıyordu. Yarasına deva olacak kişiyi arıyordu şimdi, deli gibi! Nerede? Her kayanın altına, her ağacın arkasına baktı. Burada bulacağına emindi ama yoktu işte. Belki de şifasız bir derde dûçar olmuştu. Karamsar düşünceler yeniden çöreklendi kafasına. Belki de dağdan aşağı bırakmalıydı kendini. Tâ ki o zaman sessizliğin sesini duyardı. Adımları güçsüzleşti tekrar. Kafasını kaldıramıyor, gittikçe küçülüyordu bedeni. Bir nevi aşağı yuvarlanmaya hazırdı şimdi.

Derken uzun zaman sonra feri kaçmış gözlerini gördü. Parlamaya mı başlamıştı? Ayağının dibinde duran âb ona kendini sunuyordu, ki baksın, ki görsün ahvalini.. Uzun uzun baktı kendine, düşünceleri sudaki benliğine aktı yavaşça. Onlardan kurtuldukça hafifliyordu. Şimdi uçmak için karanın bitmesini beklemeye gerek yoktu. Epey hafif, su gibi hafifti şimdi. O temizdi ve aynalar gibi pas tutmazdı.

Arındı Sır dağında düşüncelerinden, muhasip. Ama aklında tek bir soru vardı, tek birine cevap bulamamıştı;

“Neden şimdiye kadar baktığı aynalar ona yalan söylemişti?”

Esra KORKMAZ

all author posts

1 Comment

  • Hikmet

    Kaleminize, yüreğinize sağlık.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are makes.